(Benim gibi düşünmeni değil, sadece düşünmeni talep ediyorum…)
Bu yazı; yukarıda belirtilen tarihte, Türkiye’de camilerde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından okutulan hutbe hakkında, fikir beyan etmek maksadı ile yazılmıştır. Bu yazıyı okumadan önce, hutbeyi dinleme imkânı bulamamış veya dinlemeyi tercih etmemiş olanların, hutbe metnini okumalarını tavsiye ederim.
Kaynak:
http://www2.diyanet.gov.tr/DinHizmetleriGenelMudurlugu/HutbelerListesi/Peygambere%20%C4%B0man%20Tevhidin%20Bir%20Geregidir.pdf
Öncelikle metnin başlığında; “PEYGAMBERE İMAN TEVHİDİN GEREĞİDİR” ifadesinin kullanılması, yazının ilerleyen bölümlerinde peygambere iman etmeyen veya iman etmediği iddia edilen bir kitleden bahsedileceğini veya “Gerçek Müslüman kimdir?” sorusuna da bir cevap mahiyetinde olduğunu çağrıştırmaktadır.
Yazı (hutbe); “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir”(Âl-i İmrân:31) ayet meali ile devam etmekte, “peygambere uyma” kavramı üzerinden “peygambere iman” kavramı açıklanmaya çalışılmaktadır.
İşte bu noktada, üzerinde düşünülmesi gereken husus bence şu olmalıdır. “Peygambere iman”, ”Peygambere uymak”, “Peygambere tabi olmak”, “Peygamberi sevmek”… gibi peygamber ile ilişkili kavramları nasıl anlamamız gerekir? Bu kavramlar nedir? Neye işaret etmektedir? Biz (Müslüman olduğu iddiasında olanlar) bu kavramları nasıl anlamalıyız?
Bildiğim kadarı ile Kur’an’da iman dairesinde olanların, Allah’a “ve” Peygambere itaat etmesi (uyması, tabi olması) emredilmektedir. İlginç olan; (benim tespit edebildiğim kadarıyla) sadece Allah’a tabi olmak diye bir kavram Kur’an’da yoktur. Peki, o zaman bu hususu nasıl anlamalıyız? Sadece Allah’a kul olması gereken bir kişi sadece Allah’a tabi olmayacak mı? Hem Allah’a hem peygambere mi tabi olacak ?
Kur'an metni üzerinde çalışma yapanlar iyi bilirler ki; Kur'an'da kullanılan kelimeler ve harfler, insan sınırlarının ötesinde mu'ciz (insanı aciz bırakan) bir dizilişe sahiptir. Kelimelerin cümle içinde kullanımları, işaret ettiği anlamlar bakımından çok önemlidir.
Bu bağlamda ; Allah'a ve Peygambere tabi olma ile ilgili ayetlerde, Peygamberin ismi ile değil, sıfatı olan "resul" kelimesini ile anılmasının, O'nun beşer veya nev'i şahsına münhasır özelliklerinden ziyade, elçilik özelliğine işaret ettiği kanaatindeyim.
Aynı mantıkla "Peygambere itaat"in, elçilik yaptığı "vahiy"e yani; "Kur'an'a itaat" olduğu kanaatindeyim.
Hazır sırası gelmişken burada; Arapça’da bulunan “و”(vav) harfi üzerinde öğrendiklerimi ve kişisel görüşlerimi beyan etmek istiyorum. Öncelikle; Arapça da bulunan “و”(vav) harfinin değişik kullanımları mevcuttur (Bağlaç, ant/yemin, hal durum gibi…). Ben burada “و”(vav) harfinin, Türkçe’de “ve” anlamına gelen kullanımından bahsetmek istiyorum. Türkçe “ve” kelimesi (kalem ve defter, Ahmet ile Mehmet, elma ve armut… gibi) birbirinden farklı ayrı iki şey için kullanılabilir. Bu kullanımda birbirinden bağımsız, iki farklı şeye işaret edilir. “Ahmet kiraz ve üzüm yedi” cümlesi, Ahmet’in hem kiraz hem de üzüm yediğini ifade eder. Arapça’da “و”(vav) harfi, Türkçe’deki “ve” kelimesi ile aynı şekilde de kullanılmakla beraber, bunun yanında Türkçedeki “ve” den farklı kullanımları da mevcuttur. Buna bir örnek verecek olursak; Tevbe suresinin başında “Allah’tan “ve” Peygamberden bir ihtardır” ifadesini ben; bir Allah ihtar ediyor bir de ikinci olarak peygamber ihtar ediyor olarak anlamıyorum. Bu ihtar peygamber vasıtasıyla, Allah tarafından yapılıyor şeklinde anlıyorum. Bir başka örnek; “Allah “ve” melekleri peygambere salat ederler…”(Ahzâb:56) diye ayette mealen geçen ifadeyi; bir taraftan Allah, bir taraftan melekler salat ediyor olarak da anlamıyorum. Anladığım şu; melekler yapıyor ama esas yapan Allah. Keza Bakara:129/Nisa:113 gibi ayetlerde ifade edilen “kitabı ve hikmeti” kavramını da, bir kitap bir de bundan başka bir kitap daha veya kitaptan hariç başka bir şey daha olarak da anlamıyorum, hikmeti içeren kitap olarak anlıyorum. Zaten Kur’an’ın isimlerinden birisi Zikr olduğuna göre, “Sana okuduğumuz bunlar, ayetlerden ve hikmet dolu Kuran'dandır.” (Âl-i İmrân:58) ayetinde ifade edilen الْحَك۪يمِ الذِّكْرِ sıfat tamlaması bize, Kuran’ın “Hikmetli Kitap” olduğunu açıkça ortaya koyduğu kanaatindeyim.
Yani; “و”(vav) harfini, Türkçedeki “ve” anlamının yanında, İngilizce ifadesiyle “it contains the other” (biri diğerini kapsar) anlamını da içeren bir kavram olarak algılıyorum.
Özetle benim kanaatim; Allah’a itaat, peygambere itaat ile mümkündür. Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Buradaki önemli husus; bir taraftan Allah’a itaat etmek, diğer taraftan peygambere itaat etmek değildir.
Peygambere itaati, Allah’tan bağımsız ayrı bir itaat kavramı olarak algılarsak şu sonuçlar çıkar; (HAŞA)
• Allah hem kendisine tabi olmamızı emretmiş, hem de başkasına da tabi olmamızı emretmiş,
• Hem “sadece bana kul olun” buyurmuş, hem de başkasına da kul olun buyurmuş,
• Hem Kur’an’ı indirmiş, hem de Kur’an’dan başka bir kitap(hikmet) vermiş,
• Hem Allah (Tevbe suresinin başı) ihtar etmiş, hem de peygamber ihtar etmiş…
Gelelim peygambere itaat kavramına. Yukarıda belirtilen aynı mantıkla kavramı değerlendirecek olursak; peygambere itaat, Kur’an’a itaattir. Bir yandan Kur’an’a itaat bir yandan peygambere itaat değildir. Böyle bakarsak peygamberi Kur’an’dan ayrı bir kavram olarak değerlendirmiş oluruz.
Enbiya Suresi 45. Ayette geçen ifadeden ben bunu anlıyorum;
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُم بِالْوَحْيِ
”De ki; ben siz ancak vahiy ile uyarıyorum…”
Peygambere uymak Kur’an’a uymaktır. Sadece Kur’an’a tabi olmaktır. Bir taraftan Kur’an’a tabi olmak diğer taraftan peygambere uymak, Kur’an ile peygamberi ayırmaktır. Yoksa Kur’an’dan ayrı bir peygamber tasarrufu düşünmek, peygamberin Kur’an’dan bağımsız bir yaşantı yaşadığını iddia etmek, Kur’an’ın temel ilkelerine aykırıdır. Peygamber de Kur’an’ı rehber edinmiştir, Kur’an’ın hükümlerine uymuştur.
“Onlara bir ayet getirmediğin zaman, onu da derleyip getirseydin ya! derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu (Kur'an), Rabbinizden gelen basiretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır); inanan bir kavim için hidayet ve rahmettir” (Araf:203)
“Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, elbette onu bundan dolayı kıskıvrak yakalardık; sonra da onun şah damarını keser atardık. Hiçbiriniz buna engel de olamazdınız” (Hakka:44-47)
Allah’ın peygamberin şah damarını kesmediği sabit olduğuna göre; peygambere Kur’an dışında Allah’tan bir bildiri yapılmamış, peygamber kendisine vahyedileni eksiksiz tebliğ etmiştir. Şayet böyle bir şey söz konusu olsa idi, peygamber kendisine bildirileni bildirmemiş, Allah’ın emrine karşı çıkmış olurdu ki, böyle bir durumda Allah, (asla vaadinden dönmediğine göre) peygamberin şah damarını parçalardı(ki bunun böyle olmadığı malumdur).
Dolayısıyla; peygambere iman, O’nun bize tebliğ ettiği Kur’an’a imandır. Peygambere tabi olmak Kur’an’a tabi olmaktır. Peygambere itaat Kur’an’a itaattir. Burada esas olan; peygamberin beşer boyutu değil, resul boyutudur. Kur’an için de aynı şey geçerlidir. Kur’an derken kâğıt boyutunu değil mesaj boyutunu anlıyoruz. Bugüne kadar ben hiç; “Kur’an” denildiği zaman, yapraklarının ağaçtan yapıldığını anlayıp, ağaçlara itaat etmesi gerektiğini anlayan görmedim !…
Bir diğer husus; Cuma hutbe metninde belirtilen “Gönülden tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun resûlü olduğuna inanan kimseye Allah, cehennemi haram kılar” ifadesidir. Okuduğum kadarıyla Yüce Allah Kur’an’da; kimlerin cehenneme veya cennete gideceğinin temel ilkelerini, kimlerin affedilebileceğini, kimlerin rahmetten faydalanacağını, kimlerin asla affedilmeyeceğini, kimlerin salih kimseler olduğunu, kimlerin Allah’ın halis kulları olduğunu, kimlerin doğru yolda olduğunu, gönderdiği kitabın sıfatlarını, kitabın kimlere yol gösterici olduğunu, kimlerin Kur’an’a temas edemeyeceğini (dolayısıyla ANLAMAYACAĞINI) veya başka bir ifade ile kimlerin Kur’an’ı anlayabileceğini ve diğer tüm hususları açık seçik ve net bir şekilde ifade etmiştir. Benim sorum şu; acaba peygamber, Kur’an da Allah tarafından vahiy ile belirtilen bir hususta, ayetlerden bağımsız olarak; “Allah bu konuda böyle buyurdu ama benim de bu konuda söyleyeceklerim var” şeklinde veya örnek verecek olursak ; “Gönülden tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun resûlü olduğuna inanan kimseye Allah, cehennemi haram kılar” şeklinde cennet veya cehennemim kriterleri hakkında ayetlerden bağımsız bir ifade kullanmış olabilir mi? Bu sorunun cevabını, bu yazıyı okuma lütfünde bulunanlara bırakıyorum.
Bir başka husus; hutbe metninde ifade edilen; “…Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bizlere namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekât vermeyi, hac yapmayı emretmiştir. Ancak namazın vakitlerini, rekât sayılarını ve nasıl kılınacağını bize Efendimiz öğretmiştir…” cümlesidir. Bu cümleden benim anladığım; “Allah; namazı, orucu, haccı, emretmiş fakat nasıl olacağını Kur’an’da belirtmemiş, detayları göstermemiş, bunları peygamberden öğrenmemizi istemiş”tir.
Bence bu kanaate ulaşabilmemiz için şu sorulara cevap vermemiz gerekir; “Bir çok husus Kur’an da detaylı bir şekilde açıklanmış olmasına rağmen, neden bu hususlar açıklanmamıştır? Bugün 8 milyar insan da belki bir kişinin bile maruz kalmayacağı çok istisnai bir durum olan; ölmek üzere birinin başka bir şey bulamadığı bir durumda domuz eti yiyebileceği açıklanmışken, milyonlarca insanın yapması gereken temel vazifeler neden açıklanmamıştır? Kur’an’ın, “mufassal”(ayrıntılı şekilde açıklanmış, izah edilmiş, kapalı yanı kalmayan söz ve bahis) sıfatı belirtilmesine rağmen, bazı meseleler neden ayrıntılı açıklanmamıştır? Kitabın, “Mübin”(açık/apaçık/anlaşılır) olduğu vurgulanmasına rağmen, neden ibadetleri nasıl yapacağımızı açıkça ortaya konmamıştır? Yüce Allah neden, Kamer suresi 17, 22, 32 ve 40. Ayetlerinde;
“Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” şeklinde soru yöneltmesine rağmen, bu hususlara değinmemiştir?
Veya;
“…مَثَلٍۜ كُلِّ مِنْ الْقُرْاٰنِ هٰذَا ف۪ي لِلنَّاسِ ضَرَبْنَا وَلَقَدْ …”
Yemin olsun ki, biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü örneği verdik…(Rum:58)
“…شَيْءٍ مِنْ الْكِتَابِ فِي فَرَّطْنَا مَا …”
Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (En’am:38)
“…مُفَصَّلاًۜ الْكِتَابَ اِلَيْكُمُ اَنْزَلَ الَّـذ۪ٓي هُوَ… “
Allah, size Kitab'ı (Kur'ân'ı) açıklanmış olarak indirdiği halde…(En’am:114)
ayetlerini nasıl anlamalıyız?
Matematiksel bir tabir vardır; “PARADOKS”. Kur’an’da bu hususların detaylarının olmadığını iddia etmek veya; “Allah bir şeyi emretmiş ama nasıl olacağını belirtmemiş onu da başka kanaldan, peygamberden öğrenmemizi irade buyurmuş” demek, bence şu paradoksları doğurur; “Peki aynı Allah, peygamberine Kur’an’a tabi olmasını emrederken, bu detayları peygamber nereden öğrenecek? Şayet bu detayları, Kur’an dışı bir kanaldan öğrenecekse, o kanaldan öğrendiklerini neden “bunlar da Allah tarafındandır” diye bize bildirmemiş? Şayet Allah’tan almadan kendi öğretti ise, neden Allah “Onun şah damarını keseriz” buyurup şah damarını kesmemiş? Veya Yüce Allah, Hud suresinin ilk ayetlerinde kitabı etraflıca açıkladığını ve bizi başkasına muhtaç etmediğini belirtmesine rağmen, neden detayları peygambere bırakmış? “Kitap”ta her türlü örneği verdiğini bildirdiği halde (Rum:58), neden bizi başka kaynaklara yönlendirmiş? Ve neden,“İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar ?” (Câsiye: 6) buyurup, sonra bizi başka sözlere de inanmaya sevk etmiş?
Benim bu sorulara cevabım şu; “SubhanAllah (Allah eksiklik ve noksanlıklardan münezzehtir). Allah bize gereken her şeyi Kur’an aracılığı ile bildirmiştir. Vesselam…
İbadetler ile ilgili detayların Kur’an’da olmadığını iddia edenlere şu soruyu soruyorum; “Şayet bu hususlar Kur’an’da yok ise, neden fıkıh kitaplarında, farz, vacip, sünnet diye belirtilen hususların temel kavramı kabul edilen farzlar, Kur’an kaynaklı olduğu için farz tanımlaması yapılmış? Örnek; Hanefi mezhebine göre, abdestin farzı dörttür(Maide:6). Namazın Farzları: Rüku, Secde (Bakara:125 / Âl-i İmrân:43 / Hac:77 / Bakara:196 gibi…) Haccın farzları (Âl-i İmrân:96-97) orucun farzları (Bakara:187)…
Tam bu noktada çok önemli gördüğüm bir hususu da belirtmek isterim. Kur’an dışı kaynakların okunmasına araştırılmasına, tahlil yapılmasına hiçbir itirazım yok. Müslümanlık tarihi boyunca yazılmış tüm eserlerin incelenmesinden yanayım. Her Müslüman peygamberin hayatını okumalı araştırmalı ve incelemeli. Hatta İslam dışındaki kaynakların da okunması ve araştırılmasından yanayım. Sorun, bu kaynakları inancımın kaynağı kabul edip etmemekle ilgili. Sorun, bu kitapları mutlak doğru kabul edip etmemekle ilgili. Mesele; Allah’ın Kitab’ı ile herhangi bir insanın yazdığı bir kitap arasındaki farkı ortaya koymak. Bu noktada biraz “şirk” kavramından bahsetmek istiyorum.
(Burada belirtmek istediğim önemli bir husus veya bu yazıyı okuyanlardan istirhamım; lütfen herhangi birilerini müşriklikle suçladığımı düşünmeden yazıyı okumaya devam etmeleridir.)
Arapçada bulunan ve Türkçe’ye de geçmiş olan “Şirk” kavramı Türkçede “ortaklık” olarak çevrilmektedir. Malum “şirket” kelimesi de buradan türemiştir. Nasıl ki bir şirkette %1 hissesi olana da ortak, % 99 hissesi olana da ortak diyorsak, ortaklık oran ile ilgili değil ortaklığın var veya yok oluşu ile ilgilidir. Nitekim Yüce Allah Kur’an’da şirk ile ilgili olarak herhangi bir oran belirtmemiş, tüm şirk fiilini aynı şekilde ortaya koymuştur. Hatta o derece ortaya koymuştur ki; bu fiili işleyenleri asla bağışlamayacağını (tövbe hariç) ve bu fiili işleyenlerin tüm amellerini boşa çıkaracağını, bu fiilin işlenmesi durumunda peygamberlerin dâhil (ki burada mesajın peygamberlerden ziyade onlar vasıtasıyla tüm insanlara olduğu kanaatindeyim) tüm yaptıklarının boşa çıkacağını ve ziyana uğrayacağını bildirmiştir.
“Andolsun; sana ve senden öncekilere vahyolunmuştur ki: Allah'a ortak koşarsan, amellerin boşa gider ve sen hüsrana uğrayanlardan olursun” (Zümer:65)
Demek istediğim şudur ki: Kur’an dışı kaynakları değerlendirmemizde çok dikkatli olmalı, asla herhangi bir kitabı Kur’an’a ortak etmemeliyiz. Bu gözle her kitap okunmalı araştırılmalı fakat asla ve asla Kur’an’a alternatif olmamalıdır. Kaynaklar 1,2,3,4,5,6 diye değil, 1 ve a,b,c, şeklinde ifade edilmeli, aralarındaki fark açık ve net bir şekilde ortaya konmalıdır. Bir de ortaklık kavramı iyi araştırılmalı, Kur’an’daki anlatımları dikkatlice analiz edilmeli, bu kavram iyi anlaşılmalıdır. “Allah’tan başka tüm ilahları reddetmek olan “Tevhid” aynı zamanda Allah’a ait olan tüm sıfatların (Halık:Yaratan / İlah:İnsanı yönlendiren güç / Rab: Terbiye eden / Hadi:Yol gösteren / Alim:Bilen…) başka herhangi bir yaratılmışta asla olamayacağı idrakinde olmak, bu doğrultuda davranmak ve buna göre bir yaşantı sürmektir.
Bu bakışla Kur’an’ı incelerken, kavramların ne anlam içerdiğini, önyargılarımızla değil, Kur’an’ın açıklamaları ile anlamaya çalışmalı, “Bakmak” ile “Görmek” / “okumak” ile “anlamak” / “dokunmak” ile “temas” arasındaki farkı anlamaya çalışmalıyız.
Kişisel görüşüm;
Kur’an’ın yetersiz olduğu kanaati Allah’a iftiraya kapı aralar. “SubhanAllah” tabirini kullanmamıza rağmen, Allah tüm eksikliklerden ve noksanlıklardan münezzehtir dememize rağmen “Kur’an yetmez” demek, Allah’ın eksik bir kitap gönderdiğini iddia etmektir veya bir diğer deyişle Kitabı tastamam indirmiş ve bizi kimseye muhtaç etmemiş diyememektir.
Son olarak;
Yine aynı hutbe metninde geçen; “Bize Kur’an yeter anlayışıyla, peygamberimizi, onun siretini (hayatını / ahlak ve karakterini) ve sünnetini (davranışlarını) dikkate almadan, Müslümanca yaşamaya çalışmak mümkün değildir” cümlesini ele almak istiyorum. Bence bu cümlede geçen iddiayı savunanların, karşıt görüş bildirerek doğrusunun ne olduğunu ortaya koymaları gerekmektedir. Bunu, genel kavramlarla değil örneklendirerek, yanlış olduklarını değerlendirdikleri hususların ne olduğunu ve bunların doğrusunun ne olması gerektiğini açıklayarak, kendi teorilerini delilleri ile ortaya koymaları gerekir. Veya karşıt görüşte olanların; Sadece Kur’an ile Müslümanca yaşamanın mümkün olduğunu ortaya koymaları gerekir.
Velhasıl;
Ben “Kur’an yeter” diyorum.
Fakat bu kanaatte olmayanların görüşlerine de saygı duyuyorum. Sonuçta hepimiz hesap vermek üzere, O’nun huzuruna çıkarılacağız.
Ancak benimle aynı kanaatte olmayanların cevaplamasını istirham ettiğim birkaç sorum var;
“Ben Müslümanca yaşamak istiyorum. Lütfen bana Kur’an dışında hangi kaynakları kullanmam gerektiğini, bu kaynakların adlarını ve yazarlarını bildirir misiniz ?”
Ayrıca ;
Bana bildireceğiniz kaynaklar ile ilgili olarak;
* Bu kaynakları nasıl değerlendirmem gerektiğini,
* Hangi kriterlere göre okumam gerektiğini,
* Mutlak doğru kabul edip etmemem hakkındaki görüşlerinizi,
* Mutlak doğru kabul etmem gerektiğini değerlendiriyorsanız,
* Bir insanın yazdığı kitabın “Hatasız” olmasının mümkün olup olamayacağını,
* Hatalı olabilir ise, hata içeren bir kaynağın nasıl kaynak (mutlak doğru) kabul etmem gerektiğini,
* Ve bir kitap Kur’an’a taban tabana zıt ise, o kitabı hangi kategoriye koymam gerektiğini,
* İçinde doğruları olan herhangi bir bilim kitabını inancımın kaynağı olarak kabul edip etmemem gerektiğini,
* Peygamberin vefatından hemen önce, etrafında bulunan sahabelerden biri olan Halife Ömer’in söylediği rivayet edilen, Hasbuna Kitabullah (Allah’ın kitabı bize yeter) sözünü nasıl anlamamız gerektiğini,
Kısaca ;
*** Herhangi bir insanın yazdığı bir eseri, kutsal ( ilahi ; Allah'ın yönlendirmesiyle yazılmış) ) kabul edip etmemem gerektiğini,
Açıklarsanız memnun olurum.
Bu yazıya cevap vermek zahmetinde bulunacaklardan istirhamım; lütfen cevaplarınızı kendi doğrularınızı bana dikte ettirmek için değil, hakikat arayışı içinde olduğunu iddia eden bu kardeşinize saygı çerçevesinde veriniz. Doğru kişiye göre değişen bir kavramdır. Oysa Hakikat bizden bağımsız var olan bir gerçektir. Kimin doğrusunun hakikati bildirdiğini veya kimin yanlış yolda olduğunu sadece Allah bilir. Unutmamalıyız ki; bizi yaratan Allah, yaratıcı olmasına rağmen, bizi imtihan sürecindeki bu dünyada, davranışlarımızda düşüncelerimizde özgür bırakmıştır. Tabi ki; tüm yaptıklarımızın hesabını vereceğiz. Ama birbirimize değil sadece Rahman’a “Ferden” (tek başımıza) hesap vereceğiz.
Allah’ın özgür bıraktığı (düşünme, akletme, tercih etme gibi…) bir konuda, bir insanın kalkıp başka bir insana ne düşünmesi gerektiğini, nasıl inanması gerektiğini, saygıyı aşarak(tavsiye veya temenninin ötesine geçerek), dikte ettirmeye çalışmasının, haddi aşmak olduğu kanaatindeyim. “Dinde zorlama yoktur…”(Bakara:256) ayet meali ve Kur'an'da geçen peygamber kıssalarının buna delil olduğu kanısındayım.
Satırlarımı “sözün en güzeli” ile bitirmek istiyorum.
(Zümer:23 ayetine göre; en güzel söz الْحَد۪يثِ اَحْسَنَ Kur’an’dır)
Esselamu Aleykum
“Sözü dinleyip de onun en güzeline (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir” (Zümer:18)
Bu yazı; yukarıda belirtilen tarihte, Türkiye’de camilerde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından okutulan hutbe hakkında, fikir beyan etmek maksadı ile yazılmıştır. Bu yazıyı okumadan önce, hutbeyi dinleme imkânı bulamamış veya dinlemeyi tercih etmemiş olanların, hutbe metnini okumalarını tavsiye ederim.
Kaynak:
http://www2.diyanet.gov.tr/DinHizmetleriGenelMudurlugu/HutbelerListesi/Peygambere%20%C4%B0man%20Tevhidin%20Bir%20Geregidir.pdf
Öncelikle metnin başlığında; “PEYGAMBERE İMAN TEVHİDİN GEREĞİDİR” ifadesinin kullanılması, yazının ilerleyen bölümlerinde peygambere iman etmeyen veya iman etmediği iddia edilen bir kitleden bahsedileceğini veya “Gerçek Müslüman kimdir?” sorusuna da bir cevap mahiyetinde olduğunu çağrıştırmaktadır.
Yazı (hutbe); “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir”(Âl-i İmrân:31) ayet meali ile devam etmekte, “peygambere uyma” kavramı üzerinden “peygambere iman” kavramı açıklanmaya çalışılmaktadır.
İşte bu noktada, üzerinde düşünülmesi gereken husus bence şu olmalıdır. “Peygambere iman”, ”Peygambere uymak”, “Peygambere tabi olmak”, “Peygamberi sevmek”… gibi peygamber ile ilişkili kavramları nasıl anlamamız gerekir? Bu kavramlar nedir? Neye işaret etmektedir? Biz (Müslüman olduğu iddiasında olanlar) bu kavramları nasıl anlamalıyız?
Bildiğim kadarı ile Kur’an’da iman dairesinde olanların, Allah’a “ve” Peygambere itaat etmesi (uyması, tabi olması) emredilmektedir. İlginç olan; (benim tespit edebildiğim kadarıyla) sadece Allah’a tabi olmak diye bir kavram Kur’an’da yoktur. Peki, o zaman bu hususu nasıl anlamalıyız? Sadece Allah’a kul olması gereken bir kişi sadece Allah’a tabi olmayacak mı? Hem Allah’a hem peygambere mi tabi olacak ?
Kur'an metni üzerinde çalışma yapanlar iyi bilirler ki; Kur'an'da kullanılan kelimeler ve harfler, insan sınırlarının ötesinde mu'ciz (insanı aciz bırakan) bir dizilişe sahiptir. Kelimelerin cümle içinde kullanımları, işaret ettiği anlamlar bakımından çok önemlidir.
Bu bağlamda ; Allah'a ve Peygambere tabi olma ile ilgili ayetlerde, Peygamberin ismi ile değil, sıfatı olan "resul" kelimesini ile anılmasının, O'nun beşer veya nev'i şahsına münhasır özelliklerinden ziyade, elçilik özelliğine işaret ettiği kanaatindeyim.
Aynı mantıkla "Peygambere itaat"in, elçilik yaptığı "vahiy"e yani; "Kur'an'a itaat" olduğu kanaatindeyim.
Hazır sırası gelmişken burada; Arapça’da bulunan “و”(vav) harfi üzerinde öğrendiklerimi ve kişisel görüşlerimi beyan etmek istiyorum. Öncelikle; Arapça da bulunan “و”(vav) harfinin değişik kullanımları mevcuttur (Bağlaç, ant/yemin, hal durum gibi…). Ben burada “و”(vav) harfinin, Türkçe’de “ve” anlamına gelen kullanımından bahsetmek istiyorum. Türkçe “ve” kelimesi (kalem ve defter, Ahmet ile Mehmet, elma ve armut… gibi) birbirinden farklı ayrı iki şey için kullanılabilir. Bu kullanımda birbirinden bağımsız, iki farklı şeye işaret edilir. “Ahmet kiraz ve üzüm yedi” cümlesi, Ahmet’in hem kiraz hem de üzüm yediğini ifade eder. Arapça’da “و”(vav) harfi, Türkçe’deki “ve” kelimesi ile aynı şekilde de kullanılmakla beraber, bunun yanında Türkçedeki “ve” den farklı kullanımları da mevcuttur. Buna bir örnek verecek olursak; Tevbe suresinin başında “Allah’tan “ve” Peygamberden bir ihtardır” ifadesini ben; bir Allah ihtar ediyor bir de ikinci olarak peygamber ihtar ediyor olarak anlamıyorum. Bu ihtar peygamber vasıtasıyla, Allah tarafından yapılıyor şeklinde anlıyorum. Bir başka örnek; “Allah “ve” melekleri peygambere salat ederler…”(Ahzâb:56) diye ayette mealen geçen ifadeyi; bir taraftan Allah, bir taraftan melekler salat ediyor olarak da anlamıyorum. Anladığım şu; melekler yapıyor ama esas yapan Allah. Keza Bakara:129/Nisa:113 gibi ayetlerde ifade edilen “kitabı ve hikmeti” kavramını da, bir kitap bir de bundan başka bir kitap daha veya kitaptan hariç başka bir şey daha olarak da anlamıyorum, hikmeti içeren kitap olarak anlıyorum. Zaten Kur’an’ın isimlerinden birisi Zikr olduğuna göre, “Sana okuduğumuz bunlar, ayetlerden ve hikmet dolu Kuran'dandır.” (Âl-i İmrân:58) ayetinde ifade edilen الْحَك۪يمِ الذِّكْرِ sıfat tamlaması bize, Kuran’ın “Hikmetli Kitap” olduğunu açıkça ortaya koyduğu kanaatindeyim.
Yani; “و”(vav) harfini, Türkçedeki “ve” anlamının yanında, İngilizce ifadesiyle “it contains the other” (biri diğerini kapsar) anlamını da içeren bir kavram olarak algılıyorum.
Özetle benim kanaatim; Allah’a itaat, peygambere itaat ile mümkündür. Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Buradaki önemli husus; bir taraftan Allah’a itaat etmek, diğer taraftan peygambere itaat etmek değildir.
Peygambere itaati, Allah’tan bağımsız ayrı bir itaat kavramı olarak algılarsak şu sonuçlar çıkar; (HAŞA)
• Allah hem kendisine tabi olmamızı emretmiş, hem de başkasına da tabi olmamızı emretmiş,
• Hem “sadece bana kul olun” buyurmuş, hem de başkasına da kul olun buyurmuş,
• Hem Kur’an’ı indirmiş, hem de Kur’an’dan başka bir kitap(hikmet) vermiş,
• Hem Allah (Tevbe suresinin başı) ihtar etmiş, hem de peygamber ihtar etmiş…
Gelelim peygambere itaat kavramına. Yukarıda belirtilen aynı mantıkla kavramı değerlendirecek olursak; peygambere itaat, Kur’an’a itaattir. Bir yandan Kur’an’a itaat bir yandan peygambere itaat değildir. Böyle bakarsak peygamberi Kur’an’dan ayrı bir kavram olarak değerlendirmiş oluruz.
Enbiya Suresi 45. Ayette geçen ifadeden ben bunu anlıyorum;
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُم بِالْوَحْيِ
”De ki; ben siz ancak vahiy ile uyarıyorum…”
Peygambere uymak Kur’an’a uymaktır. Sadece Kur’an’a tabi olmaktır. Bir taraftan Kur’an’a tabi olmak diğer taraftan peygambere uymak, Kur’an ile peygamberi ayırmaktır. Yoksa Kur’an’dan ayrı bir peygamber tasarrufu düşünmek, peygamberin Kur’an’dan bağımsız bir yaşantı yaşadığını iddia etmek, Kur’an’ın temel ilkelerine aykırıdır. Peygamber de Kur’an’ı rehber edinmiştir, Kur’an’ın hükümlerine uymuştur.
“Onlara bir ayet getirmediğin zaman, onu da derleyip getirseydin ya! derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu (Kur'an), Rabbinizden gelen basiretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır); inanan bir kavim için hidayet ve rahmettir” (Araf:203)
“Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, elbette onu bundan dolayı kıskıvrak yakalardık; sonra da onun şah damarını keser atardık. Hiçbiriniz buna engel de olamazdınız” (Hakka:44-47)
Allah’ın peygamberin şah damarını kesmediği sabit olduğuna göre; peygambere Kur’an dışında Allah’tan bir bildiri yapılmamış, peygamber kendisine vahyedileni eksiksiz tebliğ etmiştir. Şayet böyle bir şey söz konusu olsa idi, peygamber kendisine bildirileni bildirmemiş, Allah’ın emrine karşı çıkmış olurdu ki, böyle bir durumda Allah, (asla vaadinden dönmediğine göre) peygamberin şah damarını parçalardı(ki bunun böyle olmadığı malumdur).
Dolayısıyla; peygambere iman, O’nun bize tebliğ ettiği Kur’an’a imandır. Peygambere tabi olmak Kur’an’a tabi olmaktır. Peygambere itaat Kur’an’a itaattir. Burada esas olan; peygamberin beşer boyutu değil, resul boyutudur. Kur’an için de aynı şey geçerlidir. Kur’an derken kâğıt boyutunu değil mesaj boyutunu anlıyoruz. Bugüne kadar ben hiç; “Kur’an” denildiği zaman, yapraklarının ağaçtan yapıldığını anlayıp, ağaçlara itaat etmesi gerektiğini anlayan görmedim !…
Bir diğer husus; Cuma hutbe metninde belirtilen “Gönülden tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun resûlü olduğuna inanan kimseye Allah, cehennemi haram kılar” ifadesidir. Okuduğum kadarıyla Yüce Allah Kur’an’da; kimlerin cehenneme veya cennete gideceğinin temel ilkelerini, kimlerin affedilebileceğini, kimlerin rahmetten faydalanacağını, kimlerin asla affedilmeyeceğini, kimlerin salih kimseler olduğunu, kimlerin Allah’ın halis kulları olduğunu, kimlerin doğru yolda olduğunu, gönderdiği kitabın sıfatlarını, kitabın kimlere yol gösterici olduğunu, kimlerin Kur’an’a temas edemeyeceğini (dolayısıyla ANLAMAYACAĞINI) veya başka bir ifade ile kimlerin Kur’an’ı anlayabileceğini ve diğer tüm hususları açık seçik ve net bir şekilde ifade etmiştir. Benim sorum şu; acaba peygamber, Kur’an da Allah tarafından vahiy ile belirtilen bir hususta, ayetlerden bağımsız olarak; “Allah bu konuda böyle buyurdu ama benim de bu konuda söyleyeceklerim var” şeklinde veya örnek verecek olursak ; “Gönülden tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun resûlü olduğuna inanan kimseye Allah, cehennemi haram kılar” şeklinde cennet veya cehennemim kriterleri hakkında ayetlerden bağımsız bir ifade kullanmış olabilir mi? Bu sorunun cevabını, bu yazıyı okuma lütfünde bulunanlara bırakıyorum.
Bir başka husus; hutbe metninde ifade edilen; “…Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bizlere namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekât vermeyi, hac yapmayı emretmiştir. Ancak namazın vakitlerini, rekât sayılarını ve nasıl kılınacağını bize Efendimiz öğretmiştir…” cümlesidir. Bu cümleden benim anladığım; “Allah; namazı, orucu, haccı, emretmiş fakat nasıl olacağını Kur’an’da belirtmemiş, detayları göstermemiş, bunları peygamberden öğrenmemizi istemiş”tir.
Bence bu kanaate ulaşabilmemiz için şu sorulara cevap vermemiz gerekir; “Bir çok husus Kur’an da detaylı bir şekilde açıklanmış olmasına rağmen, neden bu hususlar açıklanmamıştır? Bugün 8 milyar insan da belki bir kişinin bile maruz kalmayacağı çok istisnai bir durum olan; ölmek üzere birinin başka bir şey bulamadığı bir durumda domuz eti yiyebileceği açıklanmışken, milyonlarca insanın yapması gereken temel vazifeler neden açıklanmamıştır? Kur’an’ın, “mufassal”(ayrıntılı şekilde açıklanmış, izah edilmiş, kapalı yanı kalmayan söz ve bahis) sıfatı belirtilmesine rağmen, bazı meseleler neden ayrıntılı açıklanmamıştır? Kitabın, “Mübin”(açık/apaçık/anlaşılır) olduğu vurgulanmasına rağmen, neden ibadetleri nasıl yapacağımızı açıkça ortaya konmamıştır? Yüce Allah neden, Kamer suresi 17, 22, 32 ve 40. Ayetlerinde;
“Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” şeklinde soru yöneltmesine rağmen, bu hususlara değinmemiştir?
Veya;
“…مَثَلٍۜ كُلِّ مِنْ الْقُرْاٰنِ هٰذَا ف۪ي لِلنَّاسِ ضَرَبْنَا وَلَقَدْ …”
Yemin olsun ki, biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü örneği verdik…(Rum:58)
“…شَيْءٍ مِنْ الْكِتَابِ فِي فَرَّطْنَا مَا …”
Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (En’am:38)
“…مُفَصَّلاًۜ الْكِتَابَ اِلَيْكُمُ اَنْزَلَ الَّـذ۪ٓي هُوَ… “
Allah, size Kitab'ı (Kur'ân'ı) açıklanmış olarak indirdiği halde…(En’am:114)
ayetlerini nasıl anlamalıyız?
Matematiksel bir tabir vardır; “PARADOKS”. Kur’an’da bu hususların detaylarının olmadığını iddia etmek veya; “Allah bir şeyi emretmiş ama nasıl olacağını belirtmemiş onu da başka kanaldan, peygamberden öğrenmemizi irade buyurmuş” demek, bence şu paradoksları doğurur; “Peki aynı Allah, peygamberine Kur’an’a tabi olmasını emrederken, bu detayları peygamber nereden öğrenecek? Şayet bu detayları, Kur’an dışı bir kanaldan öğrenecekse, o kanaldan öğrendiklerini neden “bunlar da Allah tarafındandır” diye bize bildirmemiş? Şayet Allah’tan almadan kendi öğretti ise, neden Allah “Onun şah damarını keseriz” buyurup şah damarını kesmemiş? Veya Yüce Allah, Hud suresinin ilk ayetlerinde kitabı etraflıca açıkladığını ve bizi başkasına muhtaç etmediğini belirtmesine rağmen, neden detayları peygambere bırakmış? “Kitap”ta her türlü örneği verdiğini bildirdiği halde (Rum:58), neden bizi başka kaynaklara yönlendirmiş? Ve neden,“İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar ?” (Câsiye: 6) buyurup, sonra bizi başka sözlere de inanmaya sevk etmiş?
Benim bu sorulara cevabım şu; “SubhanAllah (Allah eksiklik ve noksanlıklardan münezzehtir). Allah bize gereken her şeyi Kur’an aracılığı ile bildirmiştir. Vesselam…
İbadetler ile ilgili detayların Kur’an’da olmadığını iddia edenlere şu soruyu soruyorum; “Şayet bu hususlar Kur’an’da yok ise, neden fıkıh kitaplarında, farz, vacip, sünnet diye belirtilen hususların temel kavramı kabul edilen farzlar, Kur’an kaynaklı olduğu için farz tanımlaması yapılmış? Örnek; Hanefi mezhebine göre, abdestin farzı dörttür(Maide:6). Namazın Farzları: Rüku, Secde (Bakara:125 / Âl-i İmrân:43 / Hac:77 / Bakara:196 gibi…) Haccın farzları (Âl-i İmrân:96-97) orucun farzları (Bakara:187)…
Tam bu noktada çok önemli gördüğüm bir hususu da belirtmek isterim. Kur’an dışı kaynakların okunmasına araştırılmasına, tahlil yapılmasına hiçbir itirazım yok. Müslümanlık tarihi boyunca yazılmış tüm eserlerin incelenmesinden yanayım. Her Müslüman peygamberin hayatını okumalı araştırmalı ve incelemeli. Hatta İslam dışındaki kaynakların da okunması ve araştırılmasından yanayım. Sorun, bu kaynakları inancımın kaynağı kabul edip etmemekle ilgili. Sorun, bu kitapları mutlak doğru kabul edip etmemekle ilgili. Mesele; Allah’ın Kitab’ı ile herhangi bir insanın yazdığı bir kitap arasındaki farkı ortaya koymak. Bu noktada biraz “şirk” kavramından bahsetmek istiyorum.
(Burada belirtmek istediğim önemli bir husus veya bu yazıyı okuyanlardan istirhamım; lütfen herhangi birilerini müşriklikle suçladığımı düşünmeden yazıyı okumaya devam etmeleridir.)
Arapçada bulunan ve Türkçe’ye de geçmiş olan “Şirk” kavramı Türkçede “ortaklık” olarak çevrilmektedir. Malum “şirket” kelimesi de buradan türemiştir. Nasıl ki bir şirkette %1 hissesi olana da ortak, % 99 hissesi olana da ortak diyorsak, ortaklık oran ile ilgili değil ortaklığın var veya yok oluşu ile ilgilidir. Nitekim Yüce Allah Kur’an’da şirk ile ilgili olarak herhangi bir oran belirtmemiş, tüm şirk fiilini aynı şekilde ortaya koymuştur. Hatta o derece ortaya koymuştur ki; bu fiili işleyenleri asla bağışlamayacağını (tövbe hariç) ve bu fiili işleyenlerin tüm amellerini boşa çıkaracağını, bu fiilin işlenmesi durumunda peygamberlerin dâhil (ki burada mesajın peygamberlerden ziyade onlar vasıtasıyla tüm insanlara olduğu kanaatindeyim) tüm yaptıklarının boşa çıkacağını ve ziyana uğrayacağını bildirmiştir.
“Andolsun; sana ve senden öncekilere vahyolunmuştur ki: Allah'a ortak koşarsan, amellerin boşa gider ve sen hüsrana uğrayanlardan olursun” (Zümer:65)
Demek istediğim şudur ki: Kur’an dışı kaynakları değerlendirmemizde çok dikkatli olmalı, asla herhangi bir kitabı Kur’an’a ortak etmemeliyiz. Bu gözle her kitap okunmalı araştırılmalı fakat asla ve asla Kur’an’a alternatif olmamalıdır. Kaynaklar 1,2,3,4,5,6 diye değil, 1 ve a,b,c, şeklinde ifade edilmeli, aralarındaki fark açık ve net bir şekilde ortaya konmalıdır. Bir de ortaklık kavramı iyi araştırılmalı, Kur’an’daki anlatımları dikkatlice analiz edilmeli, bu kavram iyi anlaşılmalıdır. “Allah’tan başka tüm ilahları reddetmek olan “Tevhid” aynı zamanda Allah’a ait olan tüm sıfatların (Halık:Yaratan / İlah:İnsanı yönlendiren güç / Rab: Terbiye eden / Hadi:Yol gösteren / Alim:Bilen…) başka herhangi bir yaratılmışta asla olamayacağı idrakinde olmak, bu doğrultuda davranmak ve buna göre bir yaşantı sürmektir.
Bu bakışla Kur’an’ı incelerken, kavramların ne anlam içerdiğini, önyargılarımızla değil, Kur’an’ın açıklamaları ile anlamaya çalışmalı, “Bakmak” ile “Görmek” / “okumak” ile “anlamak” / “dokunmak” ile “temas” arasındaki farkı anlamaya çalışmalıyız.
Kişisel görüşüm;
Kur’an’ın yetersiz olduğu kanaati Allah’a iftiraya kapı aralar. “SubhanAllah” tabirini kullanmamıza rağmen, Allah tüm eksikliklerden ve noksanlıklardan münezzehtir dememize rağmen “Kur’an yetmez” demek, Allah’ın eksik bir kitap gönderdiğini iddia etmektir veya bir diğer deyişle Kitabı tastamam indirmiş ve bizi kimseye muhtaç etmemiş diyememektir.
Son olarak;
Yine aynı hutbe metninde geçen; “Bize Kur’an yeter anlayışıyla, peygamberimizi, onun siretini (hayatını / ahlak ve karakterini) ve sünnetini (davranışlarını) dikkate almadan, Müslümanca yaşamaya çalışmak mümkün değildir” cümlesini ele almak istiyorum. Bence bu cümlede geçen iddiayı savunanların, karşıt görüş bildirerek doğrusunun ne olduğunu ortaya koymaları gerekmektedir. Bunu, genel kavramlarla değil örneklendirerek, yanlış olduklarını değerlendirdikleri hususların ne olduğunu ve bunların doğrusunun ne olması gerektiğini açıklayarak, kendi teorilerini delilleri ile ortaya koymaları gerekir. Veya karşıt görüşte olanların; Sadece Kur’an ile Müslümanca yaşamanın mümkün olduğunu ortaya koymaları gerekir.
Velhasıl;
Ben “Kur’an yeter” diyorum.
Fakat bu kanaatte olmayanların görüşlerine de saygı duyuyorum. Sonuçta hepimiz hesap vermek üzere, O’nun huzuruna çıkarılacağız.
Ancak benimle aynı kanaatte olmayanların cevaplamasını istirham ettiğim birkaç sorum var;
“Ben Müslümanca yaşamak istiyorum. Lütfen bana Kur’an dışında hangi kaynakları kullanmam gerektiğini, bu kaynakların adlarını ve yazarlarını bildirir misiniz ?”
Ayrıca ;
Bana bildireceğiniz kaynaklar ile ilgili olarak;
* Bu kaynakları nasıl değerlendirmem gerektiğini,
* Hangi kriterlere göre okumam gerektiğini,
* Mutlak doğru kabul edip etmemem hakkındaki görüşlerinizi,
* Mutlak doğru kabul etmem gerektiğini değerlendiriyorsanız,
* Bir insanın yazdığı kitabın “Hatasız” olmasının mümkün olup olamayacağını,
* Hatalı olabilir ise, hata içeren bir kaynağın nasıl kaynak (mutlak doğru) kabul etmem gerektiğini,
* Ve bir kitap Kur’an’a taban tabana zıt ise, o kitabı hangi kategoriye koymam gerektiğini,
* İçinde doğruları olan herhangi bir bilim kitabını inancımın kaynağı olarak kabul edip etmemem gerektiğini,
* Peygamberin vefatından hemen önce, etrafında bulunan sahabelerden biri olan Halife Ömer’in söylediği rivayet edilen, Hasbuna Kitabullah (Allah’ın kitabı bize yeter) sözünü nasıl anlamamız gerektiğini,
Kısaca ;
*** Herhangi bir insanın yazdığı bir eseri, kutsal ( ilahi ; Allah'ın yönlendirmesiyle yazılmış) ) kabul edip etmemem gerektiğini,
Açıklarsanız memnun olurum.
Bu yazıya cevap vermek zahmetinde bulunacaklardan istirhamım; lütfen cevaplarınızı kendi doğrularınızı bana dikte ettirmek için değil, hakikat arayışı içinde olduğunu iddia eden bu kardeşinize saygı çerçevesinde veriniz. Doğru kişiye göre değişen bir kavramdır. Oysa Hakikat bizden bağımsız var olan bir gerçektir. Kimin doğrusunun hakikati bildirdiğini veya kimin yanlış yolda olduğunu sadece Allah bilir. Unutmamalıyız ki; bizi yaratan Allah, yaratıcı olmasına rağmen, bizi imtihan sürecindeki bu dünyada, davranışlarımızda düşüncelerimizde özgür bırakmıştır. Tabi ki; tüm yaptıklarımızın hesabını vereceğiz. Ama birbirimize değil sadece Rahman’a “Ferden” (tek başımıza) hesap vereceğiz.
Allah’ın özgür bıraktığı (düşünme, akletme, tercih etme gibi…) bir konuda, bir insanın kalkıp başka bir insana ne düşünmesi gerektiğini, nasıl inanması gerektiğini, saygıyı aşarak(tavsiye veya temenninin ötesine geçerek), dikte ettirmeye çalışmasının, haddi aşmak olduğu kanaatindeyim. “Dinde zorlama yoktur…”(Bakara:256) ayet meali ve Kur'an'da geçen peygamber kıssalarının buna delil olduğu kanısındayım.
Satırlarımı “sözün en güzeli” ile bitirmek istiyorum.
(Zümer:23 ayetine göre; en güzel söz الْحَد۪يثِ اَحْسَنَ Kur’an’dır)
Esselamu Aleykum
“Sözü dinleyip de onun en güzeline (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir” (Zümer:18)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder